"Dün gördüm seni. Pek bir bitkin pek bir yorgundun. Ne oldu sana? Ne üzdü seni? Anlat bana, dök içindeki tüm dertleri. Seni dinliyorum. Var bir derdin, yüzünden belli. Biliyor musun, çok severdim seni. Mutluydun sen, gülerdin. Sonra gittin, yazmak istedim yazamadım. Anlayamadım, niye yazamadığımı. Belki senin yazmanı istedim. Onur, gurur yaptım. İki günlük dünya için ne onuru, orası ayrı tabii. Keşke seni dinleyip, daha en başta sorsaydım derdini. Daha en başta söyleseydim seni sevdiğimi. Ama olmadı. Sen mutsuzluğunu kaybettikten sonra ben ise seni kaybettikten sonra anladım, neyin ne olduğunu."

İnsan, maalesef elindekinin değerini kaybettikten sonra anlıyormuş. Her şey avucunun içindeyken öyle güzel, öyle muhteşem ve öyle sıradan ki anlamıyorsun, fark etmiyorsun aslında. Ama avucunda tuttuklarından bir tanesi eksilsin o zaman başlıyorsun korkmaya. Sıradanlık bir anda kayboluyor, yerini panik kaplıyor. Düşünüyorsun "Ben nerede hata yaptım?" diye. Ama ne kadar arasan nafile. Daha sonra, teker teker, birer birer eksiliyor elindekiler. Ta ki elinde bir şey kalmayana dek.

Peki, soracağım size şu iki günlük dünyada değer mi, yarın varmışçasına yaşamaya? Her şeyi erteleyip "Aman yarın nasıl olsa görüşürüz." deyip sevdiğini gizlemeye?

Hatırlasana annen başını okşayıp "Canım kızım, nasıl da güzel olmuşsun!" dediğinde nasıl da mutlu olurdun ya da sevgilin sana "Nasılsın canım, iyi misin?" dediğinde günün yorgunluğunu, sıkıntısını unutup hafiflemiş bir şekilde "İyiyim, sağ ol." dediğinde . Elle tutulamayan, gözle görülmeyen, ağzımızdan çıkan cümleler nasıl da hayatımıza etki ediyor görüyor musun? Halbuki kütlesi olmayan bir şeyin etkisi de yoktur, değil mi?

O zaman neden duruyorsun ki? Bazı şeyleri kaybetmeden söylemenin sırası değil mi? Hiç mutlu olmamış gibi mutlu olmanın zamanı değil mi? Bugün değilse ne zaman?

Sevdiğine sevdiğini söyle, yardım bekleyene yardım et, sen ne bekliyorsan öyle yap. Saatlerce kahkaha at, doyasıya eğlen ve geriye dönüp baktığında mutlu olacağın anılar biriktir. "Keşke" deme!